Tom Cruise ile nefes nefese

  • 27 Jul 2018

BURAK GÖRAL/KİOSKLA SİNEMADA İZLEMEK İÇİN GÖREVİMİZ TEHLİKE: YANSIMALAR Mission: Impossible – Fallout



Yaşı 60’a yaklaşmasına rağmen kendisini her türlü aksiyon sahnesinde dublörsüz olarak tehlikeye atmaya devam eden Tom Cruise elbette serinin en güçlü lokomotifi. Senarist yönetmen McQuarrie’nin kurduğu entrikalarla oluşturduğu güçlü hikayeleriyle de bu popüler seri altıncı filmine rağmen cazibesini korumayı sürdürüyor.

“Yansımalar”ın ilk bakışta karmaşık ve biraz da dağınık duran hikayesi aslında ilk filmde De Palma’nın da başarıyla yarattığı Hitchcock filmleri etkisinin izini sürüyor. IMF’nin en kabına sığmayan ajanı Ethan Hunt yine nükleer başlıklı bombaların yanlış ellere geçmesini engellemek için büyük riskler alıyor ve beklenmedik sürprizlerle karşılaşsa bile çıkış yolunu cüretkarlığı ve pratik zekasıyla bulmaya çalışıyor. Böyle aksiyon filmlerindeki en önemli başarı ölçüsü, ana kahramanların gerçekten tehlike içinde kaldıklarına seyirciyi ikna etmek, onlardaki ‘nasılsa kahramanın başına bir şey gelmez, o hep kurtulur’ hissiyatını olabildiğince muğlaklaştırmak.

“Görevimiz Tehlike” filmlerinin sevilmesinin altında yatan en büyük fikir bu aslında. Bunda Tom Cruise’un dublör kullanmama ısrarı da etkili tabi. Filmlerin pazarlanışında da kullanılan önemli bir malzeme bu. Filmde gördüğümüz bütün ‘tehlike’ler gerçekten de tehlikeli yani.

“Yansımalar”da Ethan Hunt Paris’in işlek caddelerinde motorsikletle polisler tarafından kovalanıyor, damlardan damlara atlıyor, yüksek irtifadan ‘serbest düşüş’ yapıyor, hareket halindeki bir helikoptere iple tırmanıyor, hiç durmadan koşuyor, dövüşüyor, zıplıyor, tırmanıyor, düşüyor…

“Görevimiz Tehlike: Yansımalar” günümüzde iyice süper kahraman filmlerine sıkıştırılmış aksiyon sineması türünde daha eski usul bir yolu tercih ediyor, aksiyon sahneleri, parlayan oyuncuları, müziği, hikayesi ve temposuyla keyifle izletiyor kendini.

EVDE İZLEMEK İÇİN

BLACK PANTHER

İlk defa “Kaptan Amerika: Kahramanların Savaşı”nda perdede gördüğümüz T’Challa ya da Black Panther, Marvel evrenindeki farazi Afrika ülkesi Wakanda’nın yeni kralıdır. Babasını önceki filmde, İç Savaş sırasında kaybetmiştir. Wakanda ülkesi çok değerli vibranyum madenleri üzerinde inşa edilmiş, teknolojisi çok yüksek bir Afrika uygarlığına ev sahipliği yapmakta. T’Challa’nın babası ülkeyi hep dünyaya kapalı bir şekilde yönetmiştir. Ancak kardeşi bütün dünyada adaletsizlikle, ayrımcılıkla cebelleşmiş Afrikalıların hakkını korumak için harekete geçmek gerektiğini savunmuştur. Yıllar sonra T’Challa, aynı fikri savunan ve Amerika’da bir katil olarak yetiştirilmiş kuzeni Erik’in ülkesinde yarattığı tehditle başetmeye çalışır.

2013’teki ilk filmi “Son Durak” (Fruitvale Station) ile dikkat çeken, 2015’teki ikinci filmi “Creed” ile de beğeni kazanan Ryan Coogler’ın yönettiği “Black Panther” önce bize teknolojisiyle tavan yapmış fantastik bir Afrika ülkesinin kapılarını açıyor. Sonra kahramanını James Bond filmlerindeki gibi edindiği yeni teknolojik araç gereçlerle beraber tehlikeli bir görevin içine sokuyor. Güney Kore’de bir kumarhanede bir CIA ajanının da karıştığı operasyon sahnesiyle Bond filmleri formülü sürüyor. Sonrasında Shakespeare’in Hamlet’i de sanki tersyüz edilerek devreye sokuluyor. Yine ölmüş bir baba, ters düşülmüş bir amca var… Afrikalı bir süper kahramanı izlemek elbette enteresan ama hikayeler hep eski aslında!


Filmin en güzel çatışması da zamanında Martin Luther King ve Malcolm X’in temsil ettiği farklı fikirler arasındaki ünlü paradoks. Haksızlıklara karşı sertçe mi mücadele etmeli, barışçıl yollarla mı ilerlemeli? Bilin bakalım bu filmde hangisi kazanacak?

Açıkçası bu hikaye pek çok kez, pek çok farklı şekilde işlenmiş olsa da bir süper kahraman filminde daha duygusal bir şekilde ele alınmış olması onu daha da farklılaştırabilirdi. Mesela bu hikayede filmin tehditini oluşturan Erik’e hiç çalışılmamış neredeyse. Eğer film Erik’in öfkesine de yer ayırabilseydi, seyirci onun temsil ettiği düşünceyle Black Panther’inki arasında bir ikileme düşürülseydi, tadından yenmezdi. Ancak film o kadar T’Challa’nın yanında ki, seyircinin Erik’in bakış açısına bir an bile empati kurmasına izin verilmemiş.

T’Challa’nın iki kadın savaşçıyla hareket ediyor oluşu güzel bir denge unsuru, karakterlerin kullandığı teknolojik buluşlar biraz abartılı olsa da keyifle izlenen aksiyon sahnelerine eşlik etmişler. Kostümler, makyaj ve tasarımlar gerçekten dikkat çekici.

ÇOCUKLARLA İZLEMEK İÇİN

BİTİRİM KARINCA

Ant Bully

Çocuklar için şahane mesajlar barındıran, kıyıda köşede kalmış tatlı bir animasyon olan “Bitirim Karınca”da Lucas adlı 10 yaşında, mahallenin diğer çocukları tarafından sürekli aşağılanan küçük bir çocuğun hikayesi anlatılıyor. Lucas diğer çocuklarca örselendikçe hırsını evlerinin bahçesindeki karıncalardan çıkarıyor. Sırf kendisinden küçükler ve güçsüz göründükleri için onlara işkence edip duruyor. Ancak karıncalardan birinin geliştirdiği sihirli bir iksir sayesinde küçülünce de kendisini bir anda onların arasında buluyor. Sonrası tahmin edildiği üzere Lucas’ın hatalarını fark etmesi ve kişiliğini bulması üzerine kurulu…

 

Orijinal seslendirmelerini Nicolas Cage, Julia Roberts ve Meryl Streep gibi yıldız oyuncuların yaptığı animasyon eğer bildik mesajlar veren öyküsünden sıkılmazsanız iyi ve renkli bir seyirlik.

Çocukların 6 yaşından itibaren rahatça izleyebilecekleri, korkutacak hiçbir sahnesinin bulunmadığını söyleyebileceğimiz nefis bir aile eğlencesi…

 

 

 

 

 

OKUMAK İÇİN

ÇOCUKLUĞUN SONU

Childhood’s End

Arthur C. Clarke

Daha çok Stanley Kubrick’in sinema uyarlamasıyla anılan “2001: Bir Uzay Macerası” adlı kitabıyla bilim-kurgu edebiyatının başyapıtlarından birine imza atan Arthur C. Clarke’ın 1953’de yazdığı “Çocukluğun Sonu” adlı romanı 2001 kadar ün salmış olsa da türünün en iyi örneklerinden biri olarak kabul görmektedir. Üç bölümden oluşan kitap farklı bir uzaylı istilası hikayesi sunuyor okurlarına… İlk bölümde modern dünyaya gelen uzaylı istilacıların güzemini çözmeye çalışan insanların izini sürüyoruz. Uzaylılar kendilerini göstermiyorlar ve tek bir temsilci yoluyla dünyayla iletişim kuruyorlar. Dünyadaki bütün eşitsizlikler, savaşlar ve fakirlik sona eriyor. Dünyalıların Hükümdar adını taktıkları uzaylılar dünyaya geldiklerinden 50 yıl sonra kendilerini gösteriyorlar. İkinci bölüm dünyanın altın çağını sunuyor bize. Ama insanoğlu yine de rahar durmuyor, bu ütopyanın altındaki gizemi kendi yöntemleriyle çözmeye çalışıyorlar. Üçüncü bölüm ise tümüyle sürpriz. Çok iyi yazılmış bir senfoni gibi adeta.

Clarke’nın yoğun felsefe içeren görüşlerini basit cümlelerle her kesimden okurlarına rahatça aktarabilme becerisi “Çocukluğun Sonu”nda da kendisini gösteriyor. Üzerinde birbirimizi yediğimiz, tatminsizliklerimizi yarıştırdığımız dünyanın kainat üzerindeki küçüklüğüne dikkat çekiyor yazar bu etkileyici eserinde. Şöyle söylüyor mesela: “Hiçbir ütopya, toplumun bütün bireylerine sonsuza dek tatmin sağlayamaz. Maddi şartları iyileşen insanlık, gözünü daha yükseklere diker, bir zamanlar rüyasında bile göremeyeceği güç ve mülke burun kıvırmaya başlar. Dış dünya onlara her şeyi sunmuş olsa bile, insanların akıllarındaki sorular ve kalplerindeki özlem susmak bilmez.”

Bu pencereden bakınca romanın adı olan ‘Çocukluğun Sonu’nun çift anlamlı olduğunu söylemek mümkün. Buradaki çocukluk hikayenin sonundaki çocuklar değil, bizzat insanoğlunun kendisi aslında! (İthaki Yayınları, 256 sayfa)

Yorum Yap

Yazarın Diğer İçerikleri

Av İle Avcı Dost Olunca
Predator: AVCI GÜÇLENDİ
Çocuklarla Süper Kahramanlık
Büyüyünce kaybettiğimiz şeyler
Abba ilacımız geldi!
“Zor Ölüm” taklidi bir gişe eğlencesi: Gökdelen
En küçük süper kahraman: Ant-Man
Yeter ki oyunsuz olmasın hayat!
Gelinlerin savaşı
Deadpool’da biraz ehlileşme var!
Kadınlar ve Elmaslar
Bu bir aşk hikayesi değil!
Dinazorlu felaket filmi
BURAK GÖRAL İLE KÜLTÜR SANAT REYONU
Bir çıkış yolu aramak…
Han Solo gençken daha mı ciddiymiş?
Makineleşen İnsan Mı; İnsanlaşan Makine Mi?
3 Film 3 Kitap
BURAK GÖRAL İLE KÜLTÜR SANAT REYONU
BURAK GÖRAL İLE KÜLTÜR SANAT REYONU