Yavuz Nufel 150’nci gösterisinde büyüledi

Gazeteciliği, yazarlığı ve şairliği ile Avrupa’daki Türkler’in yakından tanıdığı Yavuz Nufel, 150’nci dinleti programında, Hollanda'ya Göç'ün hikayesini anılarla ve şiirlerle anlattı. 

  • 07-12-2019 10:40


Gazeteciliği, yazarlığı ve şairliği ile Avrupa’daki Türkler’in yakından tanıdığı Yavuz Nufel, 150’nci dinleti programında, Hollanda'ya Göç'ün hikayesini anılarla ve şiirlerle anlattı.

Nufel, GÖÇ adlı şiir dinleti gecesine katılan konuklara tam anlamıyla bir 'poezie' ziyafeti verdi.

Başta Lahey Büyükelçimiz Şaban Dişli olmak üzere, Rotterdam Başkonsolosumuz Aytaç Yılmaz, Ticaret Ataşemiz Tarık Gençosmanoğlu, Din İşleri Müşavirimiz Ali Parlak, THY Hollanda Müdürünüz Cengiz İnceosman , Hollanda’daki Türk iş dünyasının önemli simaları, Sivil Toplum Kuruluşları’nın temsilcileri ve kalabalık bir yurttaş topluluğu önünde, kâh ağlattı, kâh güldürdü.

Hiç'in Herşey olduğu vurgulandı

Aslında, ‘HİÇ’in ‘HERŞEY’ olduğunu vurgulamak isteyen Nufel, daha önce Avrupa’nın ve Türkiye’nin çeşitli il ve ilçelerinde 149 kez sahne alarak, tek kişilik anlatısı ile seyirci karşısına çıktı ve Amsterdam’daki Corendon Hotel salonlarında gördüğü ilgiden sonra bir ‘HİÇ’ olmadığını ve ‘HERŞEY’ olduğunu bir kez daha ispatladı.

Göçün 60 yıllık hikayesini  şiirlerle, anılarla ve öykülerle anlatan Nufel, katılımcılara ,‘Hoş geldiniz’ dedikten sonra, hem kendi yaşadıklarını, hem de çevreden aldığı bilgileri şiirle harmanlayarak sundu. 60 yıllık bir döneme ait olan bu hikâyelerde izleyiciler bazen duygulandı bazen de kahkahalara boğuldu.
 
Başta Hollanda olmak üzere Avrupa’ya Türk işçi göçünün yaklaşık 60 yıllık sürecini çeşitli yönleri ile anlatan Nufel, “Gösterimizi Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde defalarca yaptık. Yakın geçmişimize ışık tutarken yaklaşık 60 yıldır buralarda yaşayan insanlarımızın acı tatlı anılarını anlatıyorum. Gösterilerimde gülmek ve hüzünlenmek, garanti. Anlattıklarım bir hayal ürünü değil. Yaklaşık 40 yıldır yaptığım araştırmaların, gözlemlerin, izlenimlerin ürünüdür.'' diye konuştu.

Meslektaşı Nurettin Önal’ın katkılarıyla zenginleşen dinletide, ‘Hollanda’daki Türk göç tarihini sizlere daha iyi anlatabilmek için, değerli büyüğümüz İlhan Karaçay’ın Hürriyet gazetesinde yayınlanan sayfaların kupürlerine dikkatle bakınız’ dedikten sonra perdeye eski Hürriyet sayfaları yansıtıldı.

Yavuz Nufel, geçmişten anılarını anlatırken, 1999’daki Marmara depremini de yaşadığına değindi. O zaman yazdığı aşağıdaki şiiri okurken salondaki göz yaşları adeta sel oldu.

Enkaz Altında

baba bak! , o görünen annemin eli, 
senin aldığın yüzükten belli, kardeşlerimi düşünme, 
onlar şu anda parktadır belki, oyuncak helikopter 
alamıştın ya hani, alma artık istemem, 
bak onlarca helikopter, hem hepsi de sahici, 
kıpırdat gözlerini, konuş benimle baba, 
'Elle gelen düğün bayram', derdin ya hep, 
bu nasıl düğün,, bu nasıl bayram? 

neden yerde yatıyor teyzem, halam, dayım, amcam? 
ne olur birşeyler söyle, konuş benimle hadi benim aslan babam... 
istemezsen bu sene okula da gitmem, 
eğer gidersem; geçen seneki idare eder,yeni önlük de istemem... 
bir kerecik 'oğlum' de yeter. bacaklarında kan var 
kırıldı mı yoksa? alçıya alsınlar, duyuyor musun? ... 
geliyor ambulanslar..., sen iyileşinceye kadar 
ben su satar, simit satar size bakarım; 
annemin çamaşır ipleri yine kopmuş, 
sen üzülme ben takarım! .. 
daha dün senin kocaman adamındım; 
berbere götürecektin hani, uzadığı için saçlarım... 
'Yavrum' de; okşa saçlarımı, öp yanaklarımı, 
babacığım ne olursun! ... 
hadi kalk! sen de bağır, sende çağır, 
her taraf yanıyor cayır cayır! ... 
'Erkekler ağlamaz' dersin ama, ağlamak istiyorsan ağla, 
vallahi kimseye söylemem baba... 
gözlerine toz dolmuş! silsene baba! 
baba! .. baba! .. yoksa? ! . Baba! ... 
BABAAAAAAAAAA! ...

Nufel’in perdeye yansıttığı slaytlarda, 50 yıllık göç tarihindeki amaçlar şöyle anlatıldı:

50 YIL ÖNCE 50 YIL SONRA (AVRUPA’YA GÖÇ TARİHİ)

ADIMIZ
1960-1970: Misafir
1970-1980: Yabancı
1980-1990: Göçmen
1990-2000: Yeni Vatandaşlar
2000- ....  : Sorunlular, uyumsuzlar

BİRİKİMLERİMİZ
1960-1970: Köyde, kasabada akraba eş dost tarafından,
1970-1980: Kooperatifler tarafından,
1980-1990: Banka ve bankerler tarafından,
1990-2000: İslami Holdingler tarafından sömürüldü, alındı 
2000- ....  : büyük çoğunluk geçim derdine düştü...

KONUTLARIMIZ
1960-1970: Kamplar,
1970-1980: Pansiyonlar,
1980-1990: II Dünya savaşından kalma banyosuz evler,
1990-2000: Gettolar,
2000- .... :  Fakir mahallelerle birlikte az sayıda da kendi konutlarımız...

DÖNÜŞ  PLANLARIMIZ
1960-1970: Bir- iki sene sonra 
1970-1980: Ailece hep birlikte çalışıp en kısa zamanda
1980-1990: Çocukların okulu bitince
1990-2000: Çocuklar dönmüyor, emekli olunca
2000- ....  : Uçağın altında dönüş (ölünce)

SAĞLIĞIMIZ
1960-1970: Çelik gibi sağlam
1970-1980: Demir işleyen ışıldayan
1980-1990: Alüminyum gibi yumuşak ve hala işe yarayan
1990-2000: Metal Yorgunu
2000- ....  : Hurdaya ayrılmış metal

BİZE BAKIŞLARI
1960-1970: Meraklı ve İlgili
1970-1980: Mesafeli ve ürkek
1980-1990: Sorgulayıcı ve Şüpheci
1990-2000: Korkulu ve Nefret dolu
2000- ....  : Sorunlarda çıbanbaşı...

ANKARA’YA ÇAĞRI

Corendon Oteli salonlarında dinleyicilerini kâh ağlatan kâh güldüren Yavuz Nufel, bir ara Büyükelçimiz Şaban Dişli’nin gözüne bakarak şöyle seslendi: ‘Bundan sonraki 151’inci programımı Ankara’da Külliye’de yapmak istiyorum. 7 milyon Avrupalı Türk’ün göç öyküsünü Cumhurbaşkanımıza da anlatmak istiyorum. Eeee, nede olsa yurtdışındaki yurttaşlarımız da Türkiye’nin muhtarları sayılır.Buradan işadamlarımız, sanatçılarımız, Sivil Toplum Kuruluşlarının temsilcileri ile bir heyet ile Cumhurbaşkanımız’ı ziyaret etmek güzel olur. Aramızda bulunan THY Müdürü Cengiz bey de bize yardımcı olabilir. 60 yıllık sevinçlerimizi ve başarılarımızı Cumhurbaşkanımıza da anlatmak istiyorum. Bu dileğimi kendilerine iletiniz lütfen.’

Program sonrasında sahneye çıkan Büyükelçimiz Dişli, ‘Burada geçirdiğiniz 60 yılın öyküsünü acısıyla ve tatlısıyla gözler önüne süren Yavuz Nufel, bizi zaman zaman duygulandırdı. Ben de gözyaşlarımı tutamadım. Nufel, yıllardır gazeteci olarak gözlemlerini ve şair olarak de şiirlerini sunuyor. Ben duygularımı anlatmakta Yavuz kadar usta değilim. Kendisini tebrik ediyorum. Cumhurbaşkanımıza iletmemi istediği mesajını da mutlaka ileteceğim.’ dedi.

Yavuz Nüfel’in sizlere daha iyi tanıtabilmek için, O’nunla yapmış olduğum bir söyleşiyi sizlere sunuyorum. Biraz zamanınızı alacak ama, O!nun yaşam öyküsünü tam olarak bilmek de güzel olacaktır.

İlhan KARAÇAY Yazdı...

Kendine  'HİÇ' adını yakıştırmış
      ama, aslında o 'ÇOK' şey...

Yavuz Nufel, kalemi ve dili ile muhteşem bir şair-yazar.

O'nu ilk kez yıllar önce Rotterdam'da bir restaurantta, Zeki Müren'in rakibi olarak lanse edilen Yılmaz Morgül konseri sırasında görmüştüm.
Ailece gitmiştik oraya. Gecenin sunuculuğunu yapmakta olan bir genç, güzel laflar ediyor ve çok da güzel şiir okuyordu. Piyanist Şantör Ferdi Özbeğen gibi, salondakilere de ismen hitap ediyor ve 'Hoş geldiniz' diyordu. Öyle ki, hemen hemen söylenmedik isim kalmamıştı.

Yanımdaki kızım bana, 'Baba, bu beyefendi herkesin ismini zikretti de senin ismini neden zikretmedi. Seni tanımıyor mu, bilinçli mi yapıyor' diye sordu.
Ben de, 'Tanımıyordur herhalde. Zira ben de kendisini ilk defa görüyorum.Yeni gelmiştir herhalde' dedim ama, kafamda istifhamlar dolaşmıştı. 
Aradan aylar geçti, bazı yayınlarda aynı gencin yazılarını görmeye başladım. 

Adını da o zaman öğrendim: Yavuz Nufel.

O da yazar takımına iştirak ettikten sonra bir şekilde tanıştık. Kafamda istifham yaratan tavrının nedenini çok merak etmiştim ama, o konuya hiç girmedim. Zira bende iyi bir hava yaratmıştı.

Yavuz Nufel, Hollanda'da artık tanınan bir yazar olmaya başlamıştı.

Daha sonra O'nu şiirleriyle tanımaya başladık. Marmara depremi sonrasında yazdığı şiir, okuyan ve duyan herkese göz yaşı döktürecek nitelikteydi.

Yavuz Nufel, Hollanda'da artık bir simge olmaya başlamıştı. O'nu sahnelerde görmeye başladık.

Özel olarak organize ettiği programlarda, One Man Show misali sanat icra ediyor ve şiirler okuyordu.

Yavuz Nufel, Hollanda'da artık bir ekol olmuştu.

Ama O, Hollanda sınırlarını aşmak istiyordu. Türkiye'nin çeşitli kentlerinde özel programlar yapmaya başladı. Adana'ya ve Mersin'e geldiği zaman ben de oradaydım.

Evimde misafirim oldu.

O zaman bana, 'Abi senin yaşam öykünü yazayım mı' diye sordu.

Ben de, 'Yazılmış bir yaşam öyküm var. Onu al ve kafana göre işle' dedim. Ama O, bununla yetinmedi. Sorular sıraladı. Daha sonra da benim yaşam öykümü kendine has kıvrak diliyle yazdı.

Yavuz Nufel, benim hakkımda yazdıklarını şöyle değerlendirmişti:

'40 Yıl 40 İnsan 40 Öykü kitabımdaki öyküsünü severek, mesleki büyük bir ilgi ile dinleyip yazdığım  İlhan ağabey, bir anılar deryası idi. Kitapta sayfa sayısı sınırlı olması nedeniyle  yer veremediğim anılarını bir şekilde gelecek nesillere duyurmazsam; 40 yıllık Avrupa Türk Tarihinin; göç destanının büyük bir kısmı eksik kalacaktı. 

Kitabım yayınlandıktan iki sene sonra yayın hayatına başlayan Kanal Avrupa için bir belgesel çekmek için anlaşmıştım. Yapımcım, Amsterdam Türk Evi olacaktı. Uzun görüşmeler sonunda  “Mavinin Destanı” adıyla 13 bölümlük bir  belgesel  çekmeye karar vermiştik. Her bölüm kendi içinde “Kök salanlar, İz bırakanlar, Gezdik-Gördük-Sorduk” başlıkları altında üç ayrı bölümden oluşacaktı..

İlhan Ağabeyin anlatacakları her üç bölümün de içini  öyle dolduracak türden şeylerdi ki, bir haftalık yayının  her üç bölümünü de ona ayırsak yine yetmeyecekti. Karşımda bir ömre sığmayacak olaylara tanıklık etmiş bir yaşayan tarih vardı.

Televizyonculuğu bilen bilir, ekranlarda bazı şeyleri anlatmak, yazı ile anlatmaktan çok daha zor ve farklıdır. Çünkü zamanla yarışırsınız.  Bir çok konuyu  kısa başlıklar, özet halinde anlatmaya çalıştık. 

İlhan ağabey anlatıyor, anlatırken yaşıyor, ben ise pür dikkat dinleyerek  notlar alıyordum.'    

Çok beğendiğin o öyküyü, 'Türkiye-Hollanda Arasında 400 Yıllık Resmi İlişkiler ve Hollanda^ya Türk Göçünün 50'nci Yılı' kitabımda kullandım.
Programlarına 'HİÇ' adını yakıştıran ve kendini bir hiçmiş gibi lanse eden Yavuz Nufel, aslında 'ÇOK' şeydi. O ÇOK'lar o kadar çok ki, kendisinden bir 'dahi' larak da bahsedilebilirdi.

Yavuz Nufel, aslında Nufel Yavuz'muş.

Adana ve Mersin'e geldiği zaman, Harika Ufuk O'nunla bir söyleşi yapmış ve yayınlamış.

O söyleşi şöyleydi:

-Sevgili  Nufel, sizi tanıyanların pek çoğu adınızın Nufel soyadınızın Yavuz olduğunu bilmez. Neden Nufel Yavuz değil de Yavuz Nufel’i tercih ettiniz?

-'Evet, adım pek bilinen bir ad değil. Adımı ilk kez duyan doğru telaffuz etmek için bir kaç kez soruyor. Hatta “ü” harfi ile söyleyenler ve Nüfel diyenler var. Nilüfer, Nüfel, Lüfer diyorlar. Ben de babamın bana koyduğu bu istisna, müstesna ad deforme olmasın diye böyle bir çözüm buldum. Adım soyadım, soyadım ise adım oldu.'

-Yavuz Nufel kimdir diye sorsam bana kendinizi nasıl tanıtırdınız? (Eğitim, aile, medeni durum…)

-'Yavuz Nufel; Hallac-ı Mansur, Ömer Hayyam, Hz. Mevlana ve Neyzen Tevfik çizgisinde bir ‘Hiç’.  

O yüzden boğazında taşıdığı  tasmasında, parmağında taşıdığı yüzükte ‘HİÇ’ yazar.. 

1960 Samsun / Havza’da doğmuşum. Şanslıyım yani. Samsunlu olmaktan değil, o gece 4-5 milyon canlıdan ( spermadan)  tek ben doğmuşum.  İnsanın doğumu ana rahmine düşmesi  müthiş bir olay, hayatttaki en büyük şansı…  O çileli, öğrenci kanının dere olup aktığı dönemde öğrenciydim. Bizim kuşak kayıp kuşak. İlk telif ücretimi lise yıllarında dönemin Gırgır dergisinde yaynlanan bir esprimden dolayı Oğuz Aral’dan aldım. O gün bu gündür kalem emekçisiyim.  38 yıldır gazetecilik yapıyorum. Ta ilk okul yıllarımdan başlayan bir şiir sevdası, söylenecek sözü farklı söylemek merakı.  O dönemde Hollanda’ya gittim. Sonra 1982 de gelip askerliğimi yaptım. 1985 yılında tekrar Hollanda’ya evlilik yolu ile gittim. Eğitimime bir süre devam ettim. Ben hep öğrenci kalmalıyım düşüncesi ile “HİÇbir” okulu bitirmedim! Dört fakülteyi de yarım bıraktım. Ailem tipik bir Karadeniz ailesi. Beş kardeşiz.  İlk evliliğimden üç çocuğum var. İkinci evliliğimi yeni yaptım, mutluyum.'

-Yıllardır yurdunuzdan uzakta Hollanda’da yaşıyorsunuz. Hollanda’ya gelme ve buraya yerleşme kararınızda etken olan neydi?

-'Hollanda’ya gidip görmüştüm. Daha sonra evlilik yoluyla gittim. Benim gittiğim yıllar Gether konuda Türkiye ile Avrupa arasında başta maddi olmak üzere her konuda dağlar kadar fark vardı. İş eğitim, düşünce özgürlüğü, insan hakları vs. Oraya yerleşmemde bunların etkisi elbette oldu.'

-Sevilen bir şairsiniz. Bunu neye bağlıyorsunuz?

-'Teşekkür ederim. Sevdiğime bağlıyorum. Sevmek kesin ve garantidir, bundan emin olabilirsiniz. Ben insanları sevdiğimden eminim. Sevilmek de sevmenin geri yansımasıdır genelde. Ayrıca şair yönümle sevilmem, o insanların duygularına tercüman  olmamdan kaynaklanıyor sanırım. Onların söyleyemediklerini söylüyorum gerekirse onlar adına küfrediyorum şiirlerimde. Küfredemeyenler de “Hay ağzına sağlık!” diyorlar.'

-Şimdiye kadar kaç kitap yayınladınız? Bunların adlarını öğrenebilir miyim?

-“Yatsıda Sönmeyen Mum Işığında”, “Şiirmatik”, “Lalezarda Deli Var”, “40 Yıl 40 İnsan 40 Öykü” 

-(Avrupa’ya göçün 40. yılında belgsel araştırma), “Zer mi Hiç mi”  ve  bir kaç ay önce çıkan “HİÇ İŞTE”… Ayrıca “Hiç” adında kendi şiirlerimden oluşan bir Şiir CD yayınlanmış durumda.'

-Şiirlerinizi yazarken ruh haliniz genelde nasıldır?

-'Şair yaşadıklarını yaşatan, hissettiklerini hissettirendir.Yaşadığı dönemin ve olayların canlı tanığıdır, olmak zorundadır diye bir tezim savunumum, ilkem var. İyi bir gözlem şart. Yani rüyaya yatar gibi şiire yatmam ben. Ismarlama şiir hiç yazamam. Aşık olmadan aşk yazılır mı? Depremi yaşamadan deprem yazılır mı? Yazılsa yazılsa şiir değil ama şiire benzer  başka  bir şey olur ki, şiiri öldüren de budur. Yaşamadan hissetmeden yazmak... 

Evinde saksı çiçeği yetiştirmeyi bilmeyen, istemeyen, balkonunda bir çiçek bulunmayan bir kimse kalkıyor, Babil’in asma bahçelerinden bahsediyorsa, ben bu insanı ne yazarsa yazsın şair diye ciddiye almam.'

-Şairler genelde yalnızlığı severler diye bir kanı var. Size göre bu kanı doğru mudur?

-'Evet doğru, aslında oradaki yalnızlık kafasındaki imgelerle flört etmek içindir. Dış etkenlerden kurtulup kelimelerle imgelerle sevişmek içindir. Derlerki, her şair biraz delidir. Doğru, gerçek şairin iki delilik dönemi vardır: Şizofrenik ve Nevrotik. Şizofrenik döneminde çölde saray yapar imgelerle, herkes yanarken o donar. Şiir bitince Nevrotik döneme geçer ve şizofren haldeyken çölde yaptığı sarayın içinde ikamet etmeye başlar. “Şairler yalnızlığı severler.” dedikleri olayın iç yüzü budur.

-İlham perileriniz size günün hangi saatlerinde daha çok uğrarlar?

-'Günün muhasebesini yaparken yazarım genelde. O gün yaşadıklarım, tanık olduklarım, izlediklerimi beynimde geçirirken yazarım. İlham perisi diye bir şey olduğuna da inanmıyorum ayrıca...'

-Marmara depremini anlatan bir şiiriniz var. Klip de çekmişlerdi. Televizyonlarda da çok gösterildi. 
Bu şiirle ilgili bize neler söylersiniz?

-'17 Ağustos 1999 sabahı o çocuğun çığlığını gördüm, duydum, şahidim. Ben sadece kelimeleri dizdim. Az önce söyledim, şair yaşadıklarını yaşatan, hissettiklerini hisettirendir.Yaşadığı dönemin ve olayların canlı tanığıdır ve olmak zorundadır.  Her şair empati yapmak zorundadır.'

-“Hiç” denince aklıma ilk gelen Yavuz Nufel oluyor. Neden “HİÇ”?

-'Bu sorunun da bir kısmını az önce cevapladım. Hiç, aslında her şeydir.  Gidin huzur evlerinde yaşlılara hayatlarının nasıl geçtiğini sorun. ( Ben yaşlılarla fırsat buldukça sohbet ediyorum. En mektep medrese görmemişi bile ansiklopedi gibidir,  ikinci nüshası olmayan... Ve huzur evleri birer kütüphane sayılır.) Nasıl geçti 80 yılınız, 90 yılınız deyin “HİÇ” derler, “HİÇ İŞTE” derler. O  HİÇ’in içinde ne sevdalar, ne  ölümler, ne acılar gizlidir değil mi?  Ama sorduklarında düşünmeyi bilmeyen, okumayı sevmeyenler, Hayyam’ı Neyzen’i, Hallac-ı Mansur’u, Mevlana’yı okumamışlara  HİÇ’i,  Hayat İnsan Çİle kelimelerinin  baş harfleri diyorum ve genelde ingilizce bilmeyenler bile İngilizce Wouwww diye hayret ediyorlar! (İroni))'

-Yazmaktaki gayeniz nedir? Neden şiir yazıyorsunuz?

-'Hiç bir gayem yok, normal insanlar her şeviştiklerinde çocuk yapmak için mi sevişir. Hayır. Şiir beynin orgazmı, boşalması benim için... Şiirin ne olduğunu yukarıda yazdım. Neden yazıyoruma gelince bugünü yarınlara taşımak için...  Siz şimdi Kuvayı Milliye Destanı’nı yazabilir misiniz, Nazım’ın, Necip Fazıl’ın Sakarya’sını, Mehmet Akif’in Çanakkale Şehitlerine’sini? Mümkün değil. O halde neymiş, şair yaşadığı dönemin ve olayların canlı tanığı olmak zorundaymış. Kısaca şair biraz da tarih yazan tarihçidir.'

-Pek çok konuda şiir yazdığınızı biliyorum. Şiirlerinizde en çok işlediğiniz konu hangisidir?

-'Bilmiyorum ama hiciv şiirleri ağırlıkta sanıyorum.  Olayları  irdeliyor, sorguluyor, baş kaldırıyorum, isyan ediyorum şiirlerimde. Son kitabım “HİÇ İŞTE” aforizma ağırlıklı…'

-Sizi bilge biri olarak nitelendiriyorum. Çünkü öyle özlü sözleriniz var ki, her biri altın değerinde… Bu sözlerinizden birkaç örnek vererek, hangi deneyimler sonucu oluşturduğunuzu anlatır mısınız?

-'Bu sözler, kitaplarımda var ha deyince çıkmıyor.  Ama mutlaka bir haksızlık, bir mağduriyet karşısında çıkan öz deyişler…  Çok güzel ata sözlerimiz var ama, gelişen dünya ile onlar da yetersiz kalıyor. Anında sosyal medyada paylaşıyorum. Mesela:  “Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder.” sözü yerinde ama yetersiz! Bu sözü ben “Yarım anne evlattan, yarım baba servetten eder.” diye ekleyerek söylüyorum.'

-Bendeki imzalı kitaplarınızdan biri “Lalezarda Deli Var” diğeri de “Şiirmatik” … İsimleri oldukça farklı… Nereden aklınıza geldi şiir kitaplarınıza bu isimleri koymak?

-'Lalezar, lale bahçesi, yani Hollanda. Her köyün bir delisi var derler. Şair de deli ise…  Eski haber müdürüm Zeki Şahin bana Lalezar’ın Delisi diye hitap ederdi. Kitabıma isim oldu. Şiirmatik ise, her şey gibi şiirin, dilin kirlenmesine bir tepki. Nasıl xxx matikler çamaşırları temizliyorsa şiirmatik de şiiri temizlesin istedim. Yoksa otomatik şiir yazan anlamında değil...'

-İşinizi yaparken ailenizden destek alıyor musunuz? Onların sizin bu çalışmalarınızdaki rolü ve yeri nedir?

-'Hayır, ne desteği, şiir yazılırken destek alınır mı? Bittikten sonra ya beğenirler ya da beğenmezler herkes gibi.  Ama tek kişilik dinletilerde, organizasyonlarda müthiş destek verirler her detaya kadar. Sevgi bağlarımız güçlü olmasa sevgisizliği nasıl anlatabilirim. Rolleri yerleri destekleri sevmek, sevildiğimi hissettirmek, o yönüm garantide olduğu için başka işlere kafa yorup, insanları hicvediyorum ya!'

-Siz sadece şiir yazmıyorsunuz, çok da iyi yorumluyorsunuz. Üstelik sahnede hoş bir gösteri eşliğinde… Şiir Show sizinki… Kapadokya’da ve Adana’da sizi sahnede izlemiştim.  İzlemeyenler için sahnedeki bu güzel şiir gösterileriniz hakkında bilgi verebilir misiniz?

-'1960’dan günümüze kadar olayları her yönü ile ele alıyor anlatıyorum. Şiir okuyan Meddah diyebilirsniz. Yani aklım erdiğinden beri yaşadıklarımı anlatıyorum. Tanık olduklarımı. İnsanları hem güldürüyor hem de ağlatıyorum. 1970 -1980 döneminin kardeş kavgalarını, depremi, ölümleri, almacıların 50 yıllık hayatlarını, 10 yıllık dilimler halinde anlatıyor ve o dönemlere ait yazdığım şiirleri okuyorum.'

-Sizce başarının sırrı nerede gizlidir?

-'Öz güven, bilgi ve sabır… Babam “Düşman öldürmekle bitmez, başarı düşmanı öldüren en güçlü silahtır.” derdi.'

-Yapmayı düşünüp de çeşitli nedenlerden dolayı yapamadığınız farklı projeleriniz var mı?

-'Değil yapmayı, isteyip de hayal edip de gerçekleştiremediğim bir hayalim bile yok. Projelerim var. 

50 yıl belgeseli çekmek istiyorum. Sahne programım HİÇ, GÖÇ ve SIR olmak üzere üç farklı anlatı / dinleti / gösteri…  Gitmedik yer bırakmadan turne yapmak istiyorum. Şu ana kadar 108 kez sahnede seyirci karşısına çıktım ve yaklaşık 25 bin kişi izledi. Kısaca 250 bin, 500 bin, seyirciye ulaşmak, kazandığım para ile de ölmeden bir okul yaptırmak için  uğraşmak en büyük hayalim ve projem...'

-Bundan sonraki hedefiniz nedir?

-'Hedefim, her ay en az iki dinleti yapmak, kuruş kuruş  o okulun parasını biriktirmek. Projem çalınsın ya da biri “Gel, ortak yapalım.” desin diye ilk kez size ve okurlarınıza söylüyorum: Okul sıradan okul olmayacak, sınıflar 20 öğrenci en fazla 25 kişilik...  Okul geniş bir  bir alanda bulunmalı... Her öğrencinin  bir hayvanı olacak özellikle de sokak köpekleri... Yani okul ve sokak  hayvanları barınağı iç içe.  Diğer hayvanlar da olabilir koyun, kuzu, tavşan, kedi vs. Öğrenciler teneffüslerde  cep telefonundan sanal hayvan beslemek,sanal çiftlikle uğraşmak yerine kendi gerçek hayvanının  bakımı ile ilgilenecek, onları sevecek…'

-Harika bir proje... Umarım gerçek olur. Özellikle her çocuğun bir hayvanı olması fikrine bayıldım. Sınıfların 20-25 kişilik olması da gerçekten muhteşem... Bana vakit ayırdığınız için teşekkür ederim. Son olarak okurlarımıza neler söylemek isterdiniz?

-'HİÇ  İŞTE, ben teşekkür ederim.'
 

Yorum Yap